Naciye Hanım o gün çok gergindi ve artık olanlar canına tak etmişti. Başındaki eşarbını yere atarken haykırdı: "Ben insan değil miyim, ben hayatımı kazanamaz mıyım, çocuklarıma bakamaz mıyım? İlla ki bunları satarak mı yaşayacağız!"
“Birinci Dünya Savaşı başladı ve kocam cepheye gitti. Çocuklarım, annem, üç evlatlığımız ve evde bize hizmet edenleri geçindirmek mecburiyetinde idim. Savaş yıllarında, paramız tükendi ve ailemden kalma gümüş bir tepsiyi satmak zorunda kaldım. Ama önemli bir karar almama da sebep oldu ve ertesi gün bir fotoğrafhane açmaya karar verdim. Zaten çatı katındaki çamaşırlık, kocamın fotoğraf merakı yüzünden bir stüdyoya dönmüştü. Burası camlı bir bölümdü ve fotoğraf çekimi esnasında kocam, camlardaki perdeleri bir sopa yardımıyla çekerek ışığı yönlendirirdi. 1919 yılının başında, Beşiktaş Yıldız'da oturduğumuz Sait Paşa Konağı’nın önüne "Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi - Naciye" diye yazdırdığım bir tabelayı asarak çalışmaya başladım. İlk gün on kişi geldi. Kadınlar, fotoğrafhanemde çektirdikleri fotoğraflarını, cephede savaşan eşlerine özlem dolu mektuplarıyla birlikte gönderirlerdi.” diye devam eden Naciye Hanım, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde 1919 yılı başlarında 37 yaşında bir kadındı.
Naciye Hanım, 23 Nisan 1881’de Üsküp’te Salih Paşa’nın kızı olarak dünyaya geldi. 22 yaşına geldiğinde, Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey’le evlendi. Balkan Savaşı’nın sonuna doğru Nusret, Fikret ve Nedret isminde üç çocuk dünyaya getirmiş ve dördüncüye ise dokuz aylık hamileydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun artık en zayıf dönemleridir ve Balkan savaşlarında ağır yenilgi alınınca yaklaşık 500 sene idaresinde tuttuğu Rumeli’deki topraklar kaybedilir. İsmail Hakkı Bey, karnı burnundaki Naciye Hanım ve çocuklar için çileli günler başlar. İsmail Hakkı Bey, eşi ve çocuklarını bir asker arkadaşına emanet ederek askerleriyle Viyana’ya sığınmak zorunda kalır. Naciye Hanım kendilerini kurtarmak ve çocuğunu oralarda doğurmak istemediği için her şeyini bırakıp Anadolu’ya doğru göç edenlerin arasına katılır. Macaristan sınırında dördüncü çocuk Mithat trende dünyaya gelecek ama kısa bir süre sonra hayatını kaybedecektir. Üsküp’te başlayan yaşamı onu İstanbul’a sürüklemiştir.
İstanbul’a geldiklerinde Beşiktaş Yıldız’daki Sait Paşa Konağı’nı tutarlar. İsmail Hakkı Bey ise Viyana’da kaldığı zaman zarfında fotoğrafçılığı öğrenir. Ailesinin yanına dönerken fotoğraf malzemelerini de beraberinde getirerek, konakta her yerinin camla kaplı olduğu çatı katını adeta bir stüdyoya çevirir. Burası eskiden çamaşırlık olduğundan camlara perde takar ve çekim esnasında perdeleri açıp kapayarak ışığı ayarlar. İsmail Hakkı Bey’in fotoğrafa ilgisi sayesinde, tüm aile fotoğrafçılığı kolayca benimser ve artık çatı katı ailece keyifle vakit geçirilen bir alandır.
Huzurlu günler uzun sürmeyecek ve Birinci Dünya Savaşı patlak verecektir. Subaylığı devam eden İsmail Hakkı Bey, savaşın başlamasıyla yeniden cepheden cepheye koşacaktır. Bu uzun savaş yılları İsmail Hakkı Bey kadar, İstanbul’da kalan Naciye Hanım’ın sırtına da ağır sorumluluklar yükler. Naciye Hanım o günden sonra eşine düşen görevleri de üstlenmek durumunda kalır. Çünkü evde oldukça kalabalık bir nüfus vardı.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın geniş çaplı bir savaş olduğunu ve birkaç haftadan fazla süremeyeceğini, ilk büyük muhaberede savaşın biteceğini düşünüyordu. Bu nedenle Osmanlı Devletinde zaten çok az olan mevcut her şey öncelikle askeri amaçlarda kullanıldı, kaynaklar sonuna kadar harcandı. Bir süre sonra savaşın birkaç ay içinde bitmeyeceği anlaşıldı. Osmanlı Devleti bir anlamda intihar etmişti. Temel tüketim maddelerindeki yüksek fiyat artışları ve gıda bulunamaması yetmiyormuş gibi, karaborsa da yaygınlaşmıştı.
Naciye Hanım, işte bu zorlu ve uzun savaş yıllarında hızla yoksullaşmaya başlamış, borçlar gittikçe artmıştı. Önce tek tek takılar satılacak, sonra sıra eşyalara gelecektir. Bütün paralarının tükenmesi üzerine aileden kalma gümüş bir tepsiyi satmak zorunda kalacak, ancak bu üzücü olay, önemli kararlar alacağı bir dönüm noktası olacaktı ve fotoğrafhanesini açmaya karar verecekti.
İsmail Hakkı Bey’den kalan ve bunun için gerekli her şey çatı katında mevcuttu. Sadece tabela yaptırmak kalıyor ki, onu da zaten bir askerle beraber giderek yaptırabilirdi. Bu kararı verdiğinde yanında eşi yoktu. O dönemde bir paşa kızı, hiç kimseye sormadan iş kuruyor ve çalışıyordu. 1919 yılında bu kolay kabul edilemeyecek bir şey olsa bile Naciye Hanım gelebilecek eleştirilerin hiçbirine aldırmaz. Konağın önüne tabelayı astıkları günden sonra artık tüm ailenin refah içinde yaşayacağı yıllar başlayacaktı.. Naciye Hanımın bu girişimi çevreden bir engelle karşılaşmaz ve kolay kabul görür. Oysa halkın fotoğrafa olan mesafeli duruşu nedeniyle ilk Müslüman fotoğrafhanelerinden olan Resne ve Yeraltı Fotoğrafhaneleri tehditler alıyor, bazen de vitrinleri kırılıyordu.
O yıllarda kadınların erkek fotoğrafçılar karşısında peçelerini açmaları pek hoş karşılanmadığı için, Naciye Hanım’ın fotoğrafhanesi hanım müşteriler için daha bir önem kazanır. Kadınlar Naciye Hanım’ın karşısında rahatlıkla yüzlerini ve omuzlarını açıp, saçlarını dökerek poz verebiliyorlardı. İsmail Hakkı Bey, harpten harbe gidiyor, ailesinin yanına ancak yaralandığı zamanlar gelebiliyordu. Ama iyileşip tedavisi bitince, yine cepheye gidiyordu. Çocuklar hiç baba göremiyordu neredeyse. Kafkasya’da parmakları koptu, kasığından vuruldu, kalbinden yaralandı. İsmail Hakkı Bey bundan dolayı Kurtuluş Savaşı’na gidemez ama Kumkapı’dan Ankara ya gizlice askeri malzeme gönderirdi. Diğer zamanlar sabahtan akşama kadar karanlık odada sessizce, kadın müşterilere görünmeden baskı ve rötuş yaparak Naciye Hanım’a yardım ediyordu. Kurtuluş Savaşı yıllarında Naciye Hanım da üzerine düşeni yapacaktır.
Kadınlar arasında sivil bir teşkilat kurdu. Teşkilattaki kadınların hepsi hiç durmadan fanila ve eski şeyleri söker, sonra da yeniden eldiven veya çorap örerler, cephedeki askerlere gönderirlerdi. Gece gündüz demeden çalışılır, bir şeyler üretilirdi. Teşkilattaki hiç kimse durmaz ve hiçbir kadın gece evinde boş oturamazdı. Naciye Hanım o kadar iş arasında bunları da yapabilecek kudrette bir kadındı.
Naciye Hanım, 1921 yılında bir müddet Beşiktaş’taki konakta Türk Hanımlar Fotoğrafhanesini çalıştırdıktan sonra işini genişletmek ister. Beyazıt’ta tramvay durağındaki bir apartmanın üç katını tutar. Alttaki iki kat oturmaları için ayrıldı. Çatı katı ise yine fotoğrafhaneye dönüştürüldü, çatı tamamen kaldırılıp camlarla kaplandı. Burada da fotoğraf çalışmalarına ara verilmeden devam edildi. O yıl Kadınlar Dünyası dergisinde çıkan bir haberde, Naciye Hanım’ın fotoğrafhanesi tanıtılmış ve kadınlar tarafından desteklenmesinin önemi şöyle vurgulanmıştı:
"Naciye Hanım namında bir hemşiremizin hanımlara mahsus bir fotoğrafhane işletmekte olduğunu haber aldık. Bu müteşebbis ve faal hemşiremizi takdir ve teşvik etmek borcumuzdur."
Naciye Hanım’ın gençlik arkadaşı çok okuyan, çok kültürlü Saide isimli bir paşa kızı olan asistanı da fotoğrafhaneye bazen gelir, çalışır, ayrıca asistanıyla birlikte dışarıya düğün çekimlerine de giderlerdi. İsmail Hakkı Bey çok güzel gözleri olan çok yakışıklı biriydi. Bir askerden beklenmeyecek kadar iyi Fransızca bilirdi. Ancak yıllarca cephede olmanın ve aldığı yaraların etkisiyle gergin ve sinirli bir adam olmuştu. Eşinin bu durumuyla maalesef baş edemedi Naciye Hanım ve ayrıldılar.
Soyadı kanunu çıkınca kocasının değil, oğlunun soyadını alarak “Naciye Suman” oldu. Torunu oluncaya kadar Beyazıt’taki fotoğrafhanede çalışmalarına devam eder. Daha sonra kızının evlenip Ankara’ya yerleşmesi ve doğum yapması nedeniyle 1930 yılında fotoğrafhanesini kapattı. Ankara'ya taşındı. Amacı ileride ressam olacak torunu Sevgi (Divitçioğlu) ile daha fazla vakit geçirmekti.
Türk Hanımlar Fotoğrafhanesinin arşivi de yok olup gitti. Naciye Hanım 23 Temmuz 1973’te 92 yaşında vefat ettiğinde, arkasında başarılı bir iş hayatı, örnek bir yaşantı ve biri kız olmak üzere üç harika çocuk (biri kız Nedret Ekşigil, iki oğlan Nusret Suman ve Fikret Suman) bırakır. Naciye Hanım'ın kadınlara fotoğrafçılık dersi de verdiği, kadın tarihi araştırmacısı Prof.Dr. Serpil Çakır ve fotoğraf tarihi araştırmacısı Seyit Ali Ak'ın çalışmalarında belirtilmiştir. Ayrıca Naciye Hanım haftada iki gün Sultan Reşat’ın torunlarına fotoğraf dersi için saraya gitmiştir. Haftada bir gün de harem ağalarıyla sultanlar Naciye Hanımın stüdyosuna gelerek karanlık oda dersleri almışlardır. Ancak maalesef bunların hiç birisi günümüze ulaşamamıştır.
Bugün için Naciye Hanım’ın fotoğraf stüdyosunun adı olan “Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi – Naciye” damgasını taşıyan sadece altı tane fotoğraf kalmıştır ve bunlar Gülderen Bölük koleksiyonunda bulunmaktadır. Türk Hanımlar Fotoğrafhanesinin arşivi
in kaybolması ve orada çekilmiş olan fotoğrafların hiçbirinin bulunamayışının nedeni ise fotoğraflara damga basılmamış olmasıdır. Ancak, damga olan ve günümüze kalan fotoğraflar incelendiğinde Naciye Hanımın da kendisinden önceki stüdyolar gibi, gün ışığından faydalandığı, resimli bir fon kullandığı, yine her stüdyoda bolca bulunan sandalye, sehpa, çiçek gibi aksesuarları bulundurduğu görülür. Naciye Hanım gerçekten ilk profesyonel Müslüman kadın fotoğrafçı mıdır? Bu konuda Gülderen Bölük şu açıklamayı yapıyor. “Bu soruyu cevaplamadan evvel, 4 Ağustos1923 yılına ait Süs Dergisi’nde yer alan, fotoğrafçı Muzaffer Hanım’a ait bir ilandan söz etmek istiyorum. İlandan, Muzaffer Hanım’ın bir süredir fotoğrafçılık yaptığını anlamakla birlikte, tam olarak ne zaman başladığını çıkaramıyoruz. Tarih, Naciye Hanım’ın stüdyo açtığı 1919 yılından dört yıl sonrayı gösteriyor. Yine de kimin daha önce başladığından yüzde yüz emin olmak zor. Soruyu şimdi cevaplayacak olursak, Naciye Hanım bugünkü belge ve bilgilerin ışığında profesyonel olarak fotoğrafçılık yapan ilk kadın fotoğrafçımızdır diyebiliriz. Yarın yeni bir kaynak, yeni bir isim ortaya çıkana kadar.”
HAKKINDA YAZILANLAR:
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, 2011, 3. Baskı
Sevgi Divitçioğlu, “İyi bakılacağımıza emi..” Darüşşafaka Rez.5/2011
Gülderen Bölük, İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı, İstanbul 2009
Seyit Ali Ak, Erken Cumhuriyet Dön. Türk Fotoğrafı 1923-1960, Remzi Kit., 2001.
Gülderen Bölük, İlk Profesyonel Kadın Fotoğrafçı: Naciye Suman, Yeni Aktüel, sayı 168
Füsun Altınok, “Vizörde kadın gözü”, rengarenkkırmızı.com,
Erol Çınar, “Yüzyıllık Çınar: Nedret Ekşigil”, http://www.focafoca.com/
Seyit Ali Ak, “İlk Pro.Kadın Fot.Naciye Hanım”, Sanat Olayı, Mart1985,
Seyit Ali Ak, “İlk Kadın Fotoğrafçılarımız”, Gösteri, Haziran 1983.
https://www.facebook.com/photo?fbid=10159961100948118&set=a.138622953117
Comments